28 Ocak 2015 Çarşamba

Erasmus Günlüğü - 3

     Yine kendime bu kadar arayı açmayacağıma dair söz vermiş ve tutamamış bulunmaktayım. Hem gezmek hem yazmak düşündüğümden zor çıktı ancak bu gönderiyi daha fazla ertelemiyorum ve neredeyse bir aydır ne yaptıysam sizinle paylaşıyorum. İyi okumalar :)

     Daha önceki yayınlarımı okuduysanız üniversitemin Canterbury'de olduğunu hatırlarsınız. Otobüs ile Londra'ya uzaklığım iki saat sürüyor ancak derslerimin yoğunluğundan dönem boyunca gel-git yapmanın yorucu olacağını düşünerek bir aylık kış tatilime ertelemiştim bunu. Derken 19 Aralık'ta okulum kapandı ve gezmelerim başladı :)

     İlk olarak her turist gibi London Eye ve Big Ben görmeye gittim. Gerçekten atmosferi çok güzel. Arabalar, otobüsler ve taksiler gelip geçse de ordaki Westminster köprüsü asla kalabalık olmuyor. Zaten Londra ile İstanbul'u karşılaştırdığınızda Londra'da daha az trafik var, kirlilik yok ve gürültü yok. O yüzden gelince dönmek istemiyorsunuz. En kalabalık hali bile İstanbul kadar olmuyor. Ayrıca ulaşım genelde metroyla ve otobüsle yapıldığından bir sürü otobüs ve bir sürü metro yolu bulunuyor. İstanbul'da ise bildiğiniz gibi trafik kurallarını hiçe sayan minibüsler, taksiler vb. pek çok araç trafiği katlederek insanların sinirlerini de yıpratıyor. O yüzden İngiltere'ye gelince dönmek istemiyorsunuz :) Arabalar yaya olarak bana yol verince şaşırdım, o derece.




     Daha sonraki günlerde de gezilebilecek her yere gitmeye çalıştım. Tower Bridge gibi ünlü köprüleri gezdim, Tower of London'a gittim, Piccadilly ve Oxford gibi meşhur meydanlarda dolaştım ve tabii ki müzeleri de unutmadım.



     Bir çikolata delisi olduğum için Piccadilly'deki M&M's World London'da kendimi kaybettiğimi söyleyebilirim. Dört katlı ve kocaman bir yer. Çikolatası haricinde giyim ve ev ürünlerine kadar pek çok ürünlerini bulma imkanınız var. Ayrıca Piccadilly hep hareketli bir yer ve saatlerce o hareketi oturup sıkılmadan seyredebilirsiniz. M&M's World dışında Cool Britannia gibi hediye dükkanları, publar vb. yerler de meydanda mevcut. 






     Piccadilly'den sonra en beğendiğim yer Oxford Street oldu kesinlikle. Bir yere benzetmek gerekirse bizim Nişantaşı gibi diyebiliriz. Özellikle yılbaşına doğru ışıl ışıl bir hal aldı sokak. Sağlı sollu mağazalarla dolup taşan bu caddede hangi mağazaya giderseniz gidin ama meşhur Primark'a uğramadan dönmeyin derim :)




     Londra'ya gelmişken müzikal de izlemek şart :) Her sokakta neredeyse bir müzikal binasına denk geliyorsunuz. 


     National Gallery, British Museum, Sherlock Holmes Museum, Madame Tussauds gibi gezecek pek çok sergi/müze/galeri mevcut. Bazıları ücretli bazıları ücretsiz. Yine de hepsini gezip o atmosferi yaşamak gerekiyor diye düşünüyorum. Ayrıca Madame Tussauds'daki heykellerin bazıları o kadar gerçekçi ki hareket edecek mi acaba diye düşünüyor insan bazen. British Museum'da ise eski uygarlıklardan Antik Mısır katı beni en çok etkileyen kat oldu. Mumyalar, lahitler, kullandıkları eşyalar ve bir sürü şey hayranlık uyandırıcıydı.







     Bir sinema düşkünü olarak London Film Museum'a da ayrı bayıldım. "Bond in Motion" temasıyla bütün Bond serilerindeki arabaları, kullanılan eşyaları, senaryoları vb. şeyleri sergiye çıkarmışlardı. 




     O kadar çok yer gezip gördüm ki hepsini ne bloguma ne de bu yayınıma sığdırabilirim maalesef :) Umarım herkes bu deneyimleri yaşama fırsatı edinir. Birkaç fotoğraf daha ekleyip vakit ayırdığınız için teşekkür ederek bu yayınımı noktalıyorum. Yine derslerim yoğunlaşmaya başladığı için bir sonraki yazım ne zaman olacak bilemiyorum, o yüzden takipte kalın :) Sevgiler.







NOTLAR

  • Yeni yıla Londra'da girmek harika bir tecrübeydi. Meydanda o kalabalıkla beraber havai fişek gösterisini seyrettim ve kesinlikle yıllar geçse de unutmayacağım sanırım.
  • Madame Tussauds gibi yerlere gitmeden önce bilet fiyatlarına internetten bakmayı unutmayın. Daha ucuza getirebilirsiniz gezilerinizi.
  • İngiltere'de bir ilk olan ve "Kickstarter" projesi olan "Cereal Killer Café"ye mutlaka uğrayın. 100'den fazla çeşit mısır gevreği, süt seçimi imkanı,ek malzeme seçenekleriyle ve nostaljik mekanıyla altı öğün mısır gevreği yemek isteyeceksiniz.
  • Parklar o kadar güzel ki insan hayret ediyor. İstanbul'daki gibi çekirdek çitleyenler ya da yere çöp atanlar yok. Mangal ise hiç yok! Bir kez daha düşündürüyor sizi bu durum. İstanbul'daki bu kirliliğe acil çözüm bulunmazsa içinden çıkamayacağız.
  • Gittiğiniz her yerden ufak da olsa hediyelik bir şeyler alın kendinize. Sonra hatırlamak isteyeceksiniz bu anları :)
  • Benim gibi büyümeyen bir ruha sahipseniz Oxford Street'te kesinlikle Hamley's gezmeniz şart. Kat kat eğlence dolu bu mağazada kendimi saatlerce kaybetmişliğim var.
  • 25 Aralık'tan sonraki gün Boxing Day olarak geçiyor ve o gün her yerde büyük miktarda indirim yapılıyor. En pahalı dükkanlarda da, outlet mağazalarda da indirime rastlıyorsunuz. Alışverişlerinizi bu güne bırakmayı tercih edebilirsiniz ancak kalabalığı ve erkenden sıraya girmeyi de göze almalısınız. Yine de pişman olmazsınız. Disney Store'dan 15 pound değerindeki bir tişörtü daha sonra 5 pound'a alabildim örneğin. (Evet, hiç büyümüyorum ve Disney Store geziyorum.)
  • Toplu taşımada insanların birbirlerine gösterdiği saygının keşke yarısını İstanbul'da görebilsek. İnerken ya da binerken yol verme, yardım etme gibi görgü kuralları uygulanırken İstanbul'da malumunuz ite kaka binilir ya da inilir. İşte bunlar görülünce insan beyin göçünün neden arttığını anlıyor. Her ne kadar yaşadığım yeri kötülemek istemesem de fark edince belirtmeden edemiyorsunuz.
  • Primark eğer bir bavulla ülkeye gelmişseniz üç bavulla sizi döndürecek bir mağaza. Ürünlerin kalitesi ve ucuzluğu baş döndürücü. Alışverişkolik olmasanız da burada olmanız mümkün. Her ülkeye kargoyla gönderime başlarlarsa şahsen en kıdemli müşterileri olacağıma eminim.