31 Mayıs 2014 Cumartesi

Dersimiz Dil Bilgisi

İkinci yazımın ne olması gerektiği hakkında çok düşündüm ve benim de sahip olduğum bir takıntıyı sizlerle paylaşmak istedim: "Dil bilgisi ukalalık sendromu"

"Ne biçim bir adı var?" dediğinize emin olduğum için bunun birebir çeviri bir tanım olduğunu söylemek istiyorum. Orijinal adı "Grammatical Pedantry Syndrome" olarak geçiyor ve Türkçe'de henüz bir karşılığı yok. Selfie için bulunan özçekim ya da basketbol için sepet topu terimleri gibi harika karşılıklar beklemekteyim Türk Dil Kurumu'ndan bu rahatsızlık için.

Peki nedir bu her şeyi düzeltme takıntısı? Kendimden örnek vererek başlayayım. En gıcık olduğum ilk beş listesinde yer alanlar: herkez/herkes, yanlız/yalnız, bilader/birader, bağlaçların birleşik ve -de/-ki eklerinin ayrı yazılması. Bu hataları gördüğümde başımdan kaynar sular dökülüyor ve anında düzeltme ihtiyacı duyuyorum. Düzelttiğim kişi profesörüm de olabilir, hiç tanımadığım biri de olabilir. O an gözüm görmüyor. Hatasını fark ettirdiğim kaç arkadaşımdan küfür yedim inanın sayısını hatırlamıyorum.

Bu rahatsızlığın bir adı olduğunu Twitter'da ilginç bilgiler paylaşan ve severek takip ettiğimiz @UberFacts hesabından öğrenmiştim.


Sonra üstünde araştırma yapıp bunun aslında ciddi bir şey olduğunu fark ettim. Ama ne yazık ki huylu huyundan vazgeçemiyor. Kendimi böyle kabullendim fakat çevremdekiler için aynısını söyleyemiyorum.

Nasıl ki evden çıkmadan sürekli aletleri kontrol eden, ellerini günde 3256457 kere yıkayan ve kapı kilitli mi değil mi diye devamlı gidip bakan takıntılı arkadaşlarımız mevcutsa, bu hastalık da aynı kategoriye dahil. Son araştırmalara göre de bunun genlerle ilgili olduğu iddia ediliyor. Yapılan fMR çekimlerine göre bu sendroma sahip kişilerde beynin konuşma ve ses üretme ile ilgili Wernicke ve Broca bölgelerinin normalden daha küçük ve aktivitelerinin daha az olduğu görülmüş.

Bu durum her ne kadar ciddi olsa da biraz da komik. Bazen ben bile kendime gülüyorum. Özellikle 9GAG sitesinde bunu sıklıkla kullanıyorlar. Örnek:


Son zamanlarda ilgimi çeken ve takip etmekten büyük zevk aldığım hesap @turkdilkurumu oldu, çünkü benim yapmak istediğim görevi yerine getiriyorlar. Herkesin yazım hatalarını hem onlara mention atarak hem de hesaplarındaki diğer takipçilere göstererek yapıyorlar. Hesabı yöneten ya da yönetenler kimse benden fazlasıyla teşekkür aldıklarını bilsinler. Sosyal medyayı artık anneannelerimize kadar herkes kullandığı için bu profillerinin gerçekten geniş kitleye hitap ederek imla kurallarını öğreteceğine inanıyorum. Hem güldürebilmek hem de öğretebilmek ayrı bir yetenek doğrusu.


"Sen hiç hata yapmıyor musun?" derseniz yapmamak için gereken çabanın bin katını gösterdiğimi gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Zaten yabancı dil bölümünde okuduğum için işim daha çok İngilizce ile. Üstelik başkasının hatasına bu kadar çıldırırken kendi hatalarım olsa ne tepki veririm bir düşünün.

İmla hatalarının olmadığı, herkesin birbirine birader demeyi öğrendiği ve yalnız kalmadığı bir dünyada yaşamak dileğiyle.

Dipnot: Bu sayfa için tüm bilgileri bu adresten öğrendim.

29 Mayıs 2014 Perşembe

Justin Timberlake'i Ağırladık

Merhaba!

İlk blog yazımı yazmanın haklı gururu içerisinde kendimi kısaca tanıtıp konuya dalmak niyetindeyim. Blogumda genel olarak deneyimlerimi (konserlere, etkinliklere vb. yerlere çok gitmekteyim ayıptır söylemesi), müzik zevkimi, film değerlendirmelerimi, ilginç bulduğum ve hoşuma giden her şeyi sizlerle paylaşmayı istiyorum. Bu yazımı da üç gün önceki muhteşem konsere adayacağım: Justin Timberlake konseri!

-Bundan sonraki yazılarımda Instagram deyimiyle "throwback" dediğimiz olayı gerçekleştirerek diğer konser deneyimlerimi detaylı paylaşacağımdan bu yazıda onlara sadece ufak göndermeler yapıp geçeceğim. Odak noktamız Justin olacak şu an.-

İTÜ stadyumunda 26 Mayıs 2014'te gerçekleşecek olan konsere 5 Aralık 2013'te biletimi almıştım.



Neden bu kadar erken aldın, ne gereği vardı dediğinizi duyar gibiyim. Şunu söylemekte fayda var. Maalesef ki Türkiye'ye dünya şarkıcıları/grupları fazla uğramıyor. Her ne kadar son yıllarda bu sıklaşsa da işi riske atmamak lazım. Anında tükenebiliyor biletler. Nedense Justin Timberlake biletleri tükenmedi ama stadyum tıklım tıklım bir haldeydi. Konumuza geri dönelim. Arkadaşım Mehmet için idol haline gelmiş, benim için de ergenlik aşkı sıfatını taşıyan bu muhteşem adamı görmek için aralık ayından itibaren gün saymaya başlamıştık. Gerçekten de sayılı gün çabuk geçermiş.

26 Mayıs sabahı daha önceki konser izlenimlerime dayanarak sabah 10'da oraya gitmeyi uygun gördük. Eğer en önde olmak istiyorsanız hiçbir organizasyonun doğru düzgün ayarlayamadığı o izdihamı yaşayarak sıra oluşturmaya çalışmalısınız. Diamond circle girişini uzun bir süre aradıktan sonra gişede her kategorinin aynı sıraya gireceğini sonra ayrılacağını öğrendik. Daha saçma bir yöntem bulamamışlardı sanırım. İkinci sıra için ayrıldığımızda metal detektörlerin oradaydık. Akşam 6 olduğunda bizi içeri almışlardı ve içeri alınır alınmaz stada deli gibi koştuk. Boyum uzun olsun diye topuklu giydiğim için o yolu nasıl koştuğumu bir ben bir Mehmet biliyor. Neyse efendim, öyle ya da böyle konser alanına vardık. Sahneye en yakın konumumuza geldik ve heyecanla başlamasını bekledik. Elimde de "Take A Selfie With Us" yazan neon sarısı bir pankart vardı. Ergenliğin dibine vurma keyfi oleeey!

Akşam 8'e doğru DJ Freestyle lakaplı Steve sahneye çıkarak bizi coşturmaya başladı. Hip-hop/rap çalarak gönlümü fetheden, Tupac ile beni hüzünlendiren, Michael Jackson'ı anarak duygusallaştıran bu adam da çok tatlıydı. "I see you girl!" diye de bana seslendi hani. (Benden başka bağırarak rap yapan yoktu zira.)


O sırada sahne kurulmaya devam ediyordu.


Zaman hızla akıp geçmişti. Saat 9 olmuştu. 9 civarı sahneye çıkacağını duyduk. Daha önceki konserlerini de izleyip fikir edinmiştim ve geri sayımla konserin başlayacağını biliyordum. Heyecanlı bekleyiş sürüyordu. İnanılmaz kalabalıklaşmıştı stadyum.


Ve perdede 20'den geri sayım başladı orkestra sahneye çıkınca. The Tennessee Kids isimli orkestrası genelde siyahi arkadaşlardan oluşuyor ve hepsi birbirinden yetenekli. Ben onları incelerken geri sayım 0 oldu ve sahneye yükselerek Justin'ciğim çıkıverdi.


O an çığlık kıyamet tabii. Gittiğim her konserin en çok açılışını sevdiğimi söyleyebilirim. O kadar insanla beraber sevdiğin sanatçıyı bekliyorsun, yoruluyorsun, acıkıyorsun ve birden karşında belirip şarkılarıyla sana her şeyi unutturuyor. Konser ruhu bambaşka bir şey. Sırf bu yüzden meslek olarak da menajerlik ya da organizatörlük düşünüyorum zaten. Neyse efendim, Justin ilk şarkısı "Pusher Love Girl" ile başladı bizi selamladıktan sonra.



Mikrofon ile yaptığı hareketlerle bütün kızlara kalp krizi geçirtti orda. İşini iyi biliyorsun bay Timberlake!


Şarkı bitince bizim enerjimiz onu da etkiledi ve Türkiye'de bu kadar çok hayranı olduğunu anlayınca bir dakika boyunca şarkı söylemeyip sahnede gülerek bize baktı.


O kadar tatlıydı ki. Tüm konser bakışarak şarkı söyledik, bir saniye bile durmadı yerinde ve seyirciyi inanılmaz eğlendirdi. Her şarkıcı bunu başaramıyor. Seyirciyi o ana dahil etmek çok önemli. Rihanna bunu yapamamıştı mesela. Evet konseri çok güzeldi, bir daha gelse yine giderim ama sahnede bizi de dahil etmesini beklerdim. (Gerçi "We Found Love" şarkısında aramıza inip bize sarıldı ama neyse.) Justin'ciğim 2 saat boyunca sevdiğimiz bütün şarkıları harika danslarıyla ve şirinliğiyle bize söyledi. En beğendiğim performansı TKO oldu. (Hayır, bana bakarak söylemesinin bunda hiç etkisi yok!) Beni üzen şey ise hareketli sahne platformunu kurmaması ve kostüm değiştirmemesi oldu. Özellikle "Suit & Tie" şarkısı için adamakıllı bir takım elbise beklerdim. Sağlık olsun, diğer yaptığı şeylerle telafi etti zaten bunu.




Michael Jackson'ı anması, Elvis Presley'den şarkı söylemesi, Soma'da ölenlere şarkısını adaması konserde beni etkileyen diğer anlardandı.



Derken konser bitiverdi ve güvenlik bizi "Eve gideceğiz biz de, lütfen!" diyerek uzaklaştırmasaydı Mehmet'le sonsuza dek orada kalabilirdik sanırım. Uzun süre konserin bittiğini kabul etmek istemedik. Fakat maalesef eve dönme vaktinin geldiğini anlayarak hüzün içinde yola koyulduk.

Her konser sonrası insanlara koşarak, "Hayatımda izlediğim en güzel konserdi!" diye bağıra bağıra yaşadıklarımı anlatıyorum heyecanla. Post-concert effect denen bir şey var bence. Etkisinden çıkamıyor insan. Ama bu sefer gerçekten izlediğim en güzel konserdi. Madonna, Jennifer Lopez, Rihanna vs. de harika performanslar gerçekleştirdi, evet, ama sanırım ergenlik aşkım olması sebebiyle Justin bende farklı etkiler uyandırdı. Resmen izlerken kendimi 16 yaşında gibi hissettim. Tekrar gel be Justin! Bring the sexy back!

Detaylar: 
  • Jessica Biel'in boynuna peştamal benzeri kalın bir fularla ve kocaman simsiyah güneş gözlükleriyle sahnenin yanında saklanmasına anlam veremedim. Justin benim eşim olsa gerine gerine beş tur atardım orda.
  • Justin'in kıyafeti Neil Barrett imzalı.
  • "The shovel" yani kürek ismini verdiği dans hareketleriyle diğer dansçılarla senkronizasyonu harikaydı. (Videosu için buraya tıklayabilirsiniz.)
  • Maroon 5 konserinde insanlar sadece She Will Be Loved şarkısına eşlik edebilmişti doğru düzgün. Bu beni korkuturken bir de baktım Justin'de hepimiz harfi harfine eşlik ediyoruz. O da şaşırdı zaten bence.
  • İTÜ biraz yetersiz kaldı benim gözümde. Daha büyük bir stadyum olmalıydı.
  • Konser organizasyonu daha güzel olabilirdi. (Örnek: Kapılar açıldığında detektörden sahneye gidiş mesafemiz çok uzaktı ve herkes deli gibi koşmak zorunda kaldı.)
  • SexyBack şarkısında Moskova'da yapıldığı gibi biri sütyen fırlattı.
  • Justin internet sitesinde sattığı ürünlerden daha güzel şeyler getirebilirdi. Askılı tişörtleri, bardakları, çantaları vs. varken sadece üç çeşit tişört, iPhone kabı, anahtarlık, poster ve şapka getirmişti.
  • "Sizi çok seviyorum İstanbul!" diye bağırması hepimizin içini eritti.