24 Ekim 2015 Cumartesi

İstanbul Coffee Fest 2015

Dikkat: Bu post aşırı kahve içerir!

Kahve sevmeyen olamaz diyerek konuya girmek istiyorum. Bu yıl ikincisi düzenlenen İstanbul Coffee Festival'in biletleri de dolayısıyla günler öncesinden tükendi. 22 Ekim 2015'te başlayıp dört gün boyunca sürecek olan bu festival, diğer adıyla kafein bayramı, Haydarpaşa Garı'nda workshop, seminer ve tadımlarla içimizdeki kahve aşkını uyandırıyor. Şimdi bu festivalde neler oluyor size detaylandırmaya çalışacağım.







Her günü iki seanstan oluşan bu festivalde dünyanın farklı yerlerinden gelen kahveleri tatma imkanınız oluyor. Kahve nasıl demlenir öğreniyoruz, profesyonel baristaların elinden çıkan kahveleri içiyorsunuz, farklı butik kahve dükkanlarını tanıyorsunuz, farklı kahve makinelerini deneyip satın alabiliyorsunuz, el yapımı bez çantalardan defterlere kadar pek çok ürün alışverişinde bulunabiliyorsunuz ve kahvenin yanında sunulan sayısız çikolata, sandviç, pasta ve kekler ile karnınızı doyuruyorsunuz. Üstelik bunların hepsini sadece 25 TL verdiğiniz bir bilet ile yapıyorsunuz.







Festivalden çok memnun kaldığımı, ilkini kaçırdığım için üzüldüğümü ancak üçüncüye, dördüncüye, beşinciye hatta yüzüncüye bile bundan sonra mutlaka katılacağımı gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Hem mekanın rahatlığı hem de pek çok kahve tadımında bulunabilme özgürlüğü gerçekten güzel bir festival deneyimi yaşatıyor. Ayrıca Babylon Presents sahnesi ile müziğe de doyuyorsunuz.





Bir sonraki kahve festivalinde görüşmek ümidiyle.

NOTLAR:

  • Festivalin Haydarpaşa Garı'nda olması gerçekten çok güzel. Hem karşıda hem de o yakada oturanlar için ulaşım zorluğu olmuyor.
  • 23 Ekim günü katıldığım seansla ilgili bilgilendirme yaptım bu yazımda. Ama genel olarak diğer günlerde de aşağı yukarı aynı şeyler olacaktır diye düşünüyorum.
  • Şansa hava pek de güzel olmadı. Ona rağmen festivalin güzelliğinden dolayı kimse havadan şikayetçi değil.
  • Caffé Nero gün boyunca hepimizi doyurdu. Croissant, tartolet ve çeşit çeşit sandviçler ile kahve yanında açlığımızı giderdi. Diğer standlarda da kahve yanında ikramlar mevcuttu ancak bu kadar çok olduğunu söyleyemeyeceğim.
  • Breaking Bad dizisinin temasından yola çıkarak yapılan kahve dükkanı Walter's Coffee Roastery yine damgasını vurdu. Hem satış amaçlı getirdikleri ürünleri, hem kahve demlerken giydikleri kıyafetler hem de gelenlerle fotoğraf çekilmeleri onları günün yıldızı yaptı.
  • Zapatista bana çok samimi geldi. Kahvelerini de çok sevdim. Beni eli boş yollamayıp kahveleri yanında içinde posterleri ve broşürleri olan baskılı poşetlerinden hediye ettiler.
  • Taş Kahve'nin taşta döverek kahve yapışı görsellikte onu ön plana çıkarmıştı.
  • Volumetric, T-easy, Petra, MOC, Kronotrop, Drip, Coffee Sapiens, Caffé Vergnano, Caffé Mio, Ben Coffee Roasters aklımda kalan güzel kahve standlarından bazıları. Hepsinden çok memnun kaldım. Katılımcı listesine buradan ulaşabilirsiniz. Hepsi iyi ki gelmiş, tekrar gelsinler. Kartvizitlerini de aldım zaten. Mutlaka boş vakitlerimde dolaşacağım buraları.
  • Çöp kutusu sayısının kesinlikle arttırılması gerekiyor. Elimizdeki bardakları atmak için gün boyunca hep dolaşmamız gerekti. Gezmemiz için kasıtlı yapıldıysa ama işe yaradığını söyleyebilirim.
  • Kahveden yapılmış arabası ile Fiat güzel bir stand açmıştı.
  • Eşantiyon ürünlerin bol olması müşteri çekmek açısından çok iyi bir taktikti.
  • Gelen bütün kahve dükkanlarının kahvelerini tattım. Evet açgözlü ya da kahve arsızı diyebilirsiniz. 
  • Babylon Presents sahnesinde hangi gün ve hangi saat kim sahne alıyor buradan ulaşabilirsiniz. 

20 Ekim 2015 Oh Land Konseri

Herkese merhaba.

Dört gün önce en sevdiğim şarkıcılardan biri olan Oh Land'in konserine gittim. 30 Haziran 2012'de MONO festivali için Solar Beach'e gelmişti ancak o zaman uygun olmadığım için gidememiştim. Hatta bir gün öncesinde de Okan Bayülgen'in programına konuk olarak gelip performans sergilemişti. Dolayısıyla bu kaçırdığım fırsatları telafi edebilmemi sağlayan Babylon Bomonti'ye teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Şimdi ayrıntılara geçiyorum.

Daha önce Babylon Bomonti'de konsere gitmemiştim. Mekan olarak çok beğendim. Seyirci ve sanatçı arasında uzaklık yok denecek kadar az. Müzik zevkini en uçlarda yaşıyorsunuz. Ulaşım da oklar takip edildiğinde rahatça yapılıyor. Ben metrodan Osmanbey durağında inip Bomonti çıkışından dediğim gibi okları takip ederek gittim.

Kapı açılışından iki saat önce gittim ve ilginç bir şekilde sıra olmadığını gördüm. Günler öncesinden biletleri tükenen bu etkinliğe pek çok kişinin akın edeceğini düşünüyordum ancak sıra hiç olmadı, herkes rahatça içeri girdi. Beklerken Oh Land ile karşılaştım. O kadar tatlı o kadar sıcak kanlı ki insanın sarılıp bırakmayası geliyor. Konser öncesi üzerinde Lazy Oaf yapımı kurabiye baskılı mavi bir elbise vardı. Adeta şirinlikte boyut atlamıştı kendisi. Konuştuk, fotoğraf çekildik ve çıkışta tekrar fotoğraf çektirip tanışma gerçekleştireceğini, arkadaşlarımı ve beni beklediğini söyledi. Bu kadar da tatlı birisi.

İçeri girdik ve açılışı Nilipek yaptı. Ardından heyecanla Oh Land'i bekledik. Bu arada bilmeyeniniz ya da bilip de şarkılarına aşinalığı olanınız yoksa mutlaka dinlemenizi tavsiye ediyorum. Kendisi Danimarkalı, 1985 doğumlu ve gerçek ismi Nanna Øland Fabricius. Popüler şeylerden çok bilinmeyen şarkılar genelde favorim olur ama Oh Land'in en popüler şarkısı Wolf & I benim de vazgeçilmezlerimden. Mutlaka dinleyin. Konumuza geri dönelim şimdi. Hiç bekletmeden tam saatinde sahne alan Oh Land az önce belirttiğim şarkısı Wolf & I ile açılışı yaptı. Sonrasında Pyromaniac, Bird in an Aeroplane, Head Up High, Earth Sick, Perfection, White Nights ve bir sürü şarkısıyla devam etti. İzlerken benim yorulmama rağmen enerjisi hiç düşmedi kendisinin. Ayrıca bu performansını hamile gerçekleştirdiğini de eklemem gerekiyor. Seyirciyle iletişimini tüm konser boyunca canlı tuttu ve hepimizi coşturdu.









Konser sonrası bizimle beraber yaklaşık 15 kişi kulise geldi. İstanbul hayranlarını çok sevdiğini ve biletlerinin tükenmesinin onu mutlu ettiğini belirtti. Erkek çocuk beklediğini ve heyecanlı olduğunu da dile getirdi. Herkesle fotoğraf çektirip biletleri imzalayarak hayranlarını yine mutlu etti.

Geriye dönüp bakınca iyi ki gittiğinizi söyleyeceğiniz bir gece yaşattı Oh Land. Yine gelsin, hep gelsin.

NOTLAR:

  • Ses sistemi ve ışıklandırma çok güzeldi. Babylon Bomonti konserlerini bence kaçırmayın.
  • Vestiyerin ücretsiz olması da önemli bir ayrıntı. Vestiyere verilen parayı gereksiz görüyorum çünkü.
  • Wolf & I şarkısnı buradan dinleyin, sonra bana teşekkür edersiniz.
  • "Ankara Nordik Müzik Festivali" kapsamında 29 Kasım 2015'te MEB Şura Salonu'nda tekrar sahne alacak Oh Land. İstanbul'dan kalkıp gitmeyi bile düşündürdü bana. Oradakiler kaçırmasın derim.
  • Kapıda bilet satışı olacak denildi ve insanlar ona güvenerek kapıya gitti anca kapıdaki satış sadece yaklaşık 15 adet oldu. İnsanları ümitlendirmek sonra mağdur etmek yerine ya kapıda satış olmayacak densin ya da internette net rakam belirtilsin. Sonra canlı yayından konseri izleme imkanı tanındı ama içerde canlı izlemek daha farklı bir deneyim sonuçta.
  • Hilton Istanbul Bomonti Hotel'de kalan Oh Land buradan da çok memnun kalmış. Babylon Bomonti'ye yakın olması da bir avantajdı onun için tabii.



22 Ağustos 2015 Cumartesi

19 Ağustos 2015 Enrique Iglesias Konseri

     Merhaba!

     Sonunda bir konser haberiyle karşınızdayım. Bu yaz konserler açısından biraz durağan geçtiği için ve Jessie J konseri de eylüle ertelendiği için heyecanla Enrique'yi bekliyordum. Virgin Radio'nun davetlisi olarak gitme fırsatı elde ettim ve Enrique'nin performansının beklentilerimi aştığını söyleyebilirim.


     Bu etkinliğin en başına dönelim şimdi. Sabah erken vakitlerde gelen pek çok kişi vardı. Biz arkadaşımla öğlene doğru gittik ve dolayısıyla tüm organizasyonu inceleme fırsatı bulabildim. Gözüme çarpan sorunlardan ilki Deluxe Lounge/Loca/Sahne Önü girişlerinin aynı yerden yapılacak olmasıydı. Kapı olarak mecburen aynı yerden geçecek olsak dahi mevcut bulunan dört metal dedektöründe ayrı sıra yapılabilirdi. Ayrıca her konserde sıkıntılı olan bu sıra işlemi mavi tişörtlü ve tişörtlerinde DRK Danışmanlık ve Doruk Güvenlik yazan güvenlik elemanlarının sorumluluğundaydı. Bu konu çok sinir bozucu olaylar yarattığı için izninizle ayrıntılı paylaşmak istiyorum.

     Her konserde en önemli şey güvenlik ve nizamdır. Maalesef halk olarak muntazam sıra yapma konusunda başarısız olduğumuz için başkalarının bizi yönlendirmesine ihtiyaç duyuyoruz. Bu sebeple güvenlik elemanlarının bizi yönlendirmesi ve düzgün bir sıraya sokması gerekiyor. Bunun yanında da saygılı olmaları şart ve bunu belirtmem gerekmemeli bile. Şimdi yaşadığım olayları aktarmak istiyorum. İlki oldukça sinir bozucu. Sarı saçlı, saçının ortası açık, uzun boylu ve göbekli bir güvenlik elemanı "Saha İçi" girişinde görevliydi ve o sırada bekleyen saçı değişik renklerde boyalı, piercingli gençler vardı. Ellerinde posterlerle bekleyen bu gençlere bakıp "Gidin iki rekat namaz kılın, burada işiniz ne?" diye bir cümle kurdu. O sırada bu kişiler denileni duymadığı için cevap vermedi, görevli de haklıymış gibi sırıtarak uzaklaştı. Ayrıca İran'dan gelen bir sürü dinleyici mevcuttu ve onlar konser hakkında bir takım sorular sormak istediler. Yine aynı güvenlik görevlisi İngilizce bilmediği için "Siz benim ne dediğimi anlamıyorsunuz ben de sizi anlamıyorum, tamam mı?" diyerek yüksek ses tonuyla yanıtladı. Ben tercüme edip yardımcı olmak istedim ancak bu görevli kişi suratıma bile bakmayıp uzaklaştı. Sanatçı ve dinleyici kitlesi arasındaki bağ bazıları için anlaması güç olabiliyor. O sanatçıyı dinlemesen bile bir çalışan olarak yetkin dahilindeki görevlerini bekleyen insanlara karşı yapman ve bunu SAYGILI bir şekilde yerine getirmen gerekiyor. Büyük harfle yazdım çünkü hiçbirinde saygının "s" harfi bile mevcut değildi. Enrique'yi o gün başka yerde dinleme fırsatım olsa hiç beklemem çeker giderdim. Ayrıca bu işten para kazanıyorsan o parayı hak etmek için elinden geleni yapmalısın.


     İkinci değineceğim konu da "Sahne Önü" kısmındaki bir güvenlik görevlisi. Bu arada güvenlik görevlisi derken Doruk Güvenlik'ten bahsediyorum zira ayrı olarak siyah tişörtlü ve üstlerinde "Özel Güvenlik" yazan görevliler de vardı ve onlar işlerini olması gerektiği gibi yerine getiriyordu. İnternette araştırdığım kadarıyla Doruk Güvenlik aynı zamanda CE Doruk Güvenlik olarak da geçiyor. Bu yazım yetkili kişiler tarafından görülürse umarım gereği önümüzdeki etkinlikler için yapılır. Şimdi konuya gelelim. "Sahne Önü" girişinde beklerken Enrique'nin fanları geniş bir bez üzerine sprey boyalarla "I Don't Wanna Live In A World Without You" yazdı (Enrique Iglesias'ın Heart Attack şarkısından bir söz). Bu bezi gererek poz vermek istediler ve herkesin bir ucundan tutarak yardım etmelerini istediler. Bu esmer ve kısa boylu güvenlik görevlisi de herkese tek tek bezi tutmalarını söyledi. Bir genç kız ise tutmak istemediğini dile getirdi çünkü tutmak zorunda değildi ve fotoğrafta bulunmak istemiyor da olabilirdi. Ya da sadece Enrique dinlemeye gelmişti ve bulunan hayranlar kadar ilgilenmiyor olabilirdi. Sebep her ne olursa olsun bu güvenlik görevlisinin ona "Tutmak zorunda değilsin, tutmazsan tutma. O zaman geri çekilebilirsin" gibi bir cümleyi sert dile getirme hakkını tanımıyor. Bu genç kız da aynı şekilde sessiz olarak arkamda arkadaşlarıyla yorum yaparak görevlinin ne kadar saygısız olduğunu söyledi ve kısa bir gerginlik yaşandı. Zaten yaş olarak da oldukça genç görünen bu güvenlik görevlisinin ilk vukuatı böyle sonlanmayacaktı.


     Üçüncü anlatmak istediğim olay ise yine aynı kişi üzerinden gidecek. Orada çalıştığı için kendinde "hak" olarak görüp üç-dört arkadaşını sabah belki saat 10'dan beri bekleyen en az 30 kişinin önüne geçirerek sıraya soktu. Haklı olarak herkes söylenmeye başladı. Bu sıra olayını sabahtan beri adamakıllı yapamadıkları için ve sıkıldığım için artık söz söylemedim. Fakat İranlı üç kişi sinirlenerek onların kim olduğunu, daha önce orda olmadıklarını ve sıranın arkasına geçmelerinin gerektiğini o güvenlik görevlisine iletti. Güvenlik görevlisi de sabah erken saatlerden beri orda olduğunu, onları gördüğünü ve o ne söylerse söylesin son sözün kendinde olduğunu belirtti. Ne kadar konuşursa konuşsun o İranlı kızın dediğini gerçekleştirmeyeceğini söyledi. Kız haklı olarak hakkını aradığı için söylenmeye devam etti ancak görevli olup görevini yapamayan bu eleman "Artık susar mısın, başım ağrıyor" diyip uzaklaşıp gitti. Sen orada görevli olabilirsin, belki hak ettiğini düşündüğün parayı alamıyor olabilirsin, belki kişisel sorunların içinde kaybolmuş olabilirsin ya da çok farklı durumlar içinde olabilirsin. Ama o gün ordaysan ve güvenlik görevlisi sıfatını taşıyorsan herkese yardım etmek ve SAYGILI OLMAK ZORUNDASIN. Nitekim neden olduğunu göremediğim bir olay daha yarattı kendisi. İşini layığıyla yapan siyah tişörtlü özel güvenlik ekibinden biriyle bu güvenlik görevlisi kavga etti ve herkes onun hak ettiğini bulduğunu düşünerek alkışladı çünkü artık kimsenin o kişinin ukalalığını kaldıracak sabrı kalmamıştı.


     Saat 19:00'da kapıların açılacağı söylendi ve dedektörlerin önünde sıra oluşturulmadan bekletildik. İşin ilginç tarafı, bizzat güvenlik görevlisine gidip bizi sıra yapmazsanız izdiham olacak ve zaten sabahtan beri tartışma üstüne tartışma yaşanıyor dedim. Evet farkındayım ama bir şey olmaz diyerek beni yerime gönderdi görevli arkadaşımız. Daha sonra da dediğim gibi izdiham oldu ve çalışanlar da zor durumda kaldı. Bu dediğim küçük ayrıntılar gerçekten yapması zor şeyler değil ve neden ısrarla her konserde buna maruz kalıyoruz anlamıyorum. Güvenlik görevlileri sorumluluklarını saygı çerçevesinde yerine getirebilmeli ve sıra işlemi düzene sokulabilmeli. Ayrıca yaşından, görüntüsünden ya da kimliğinden dolayı kimse hakarete varabilecek yukarıda sözü geçen cümleleri duymayı hak etmiyor. İnsanı yurt dışında yaşamaya, beyin göçüne iten sebeplerden biri de bu olabilir benim için.

     Bütün bunlar bittikten sonra sağ salim sahne önüne varabildik. Biletlerimiz "Deluxe Lounge" kategorisindendi ama "Sahne Önü" geçişimiz de vardı. İki kategoriyi de deneyimleme fırsatı bulduğum için konserden çok memnun kaldım ve Virgin Radio'ya tekrar çok teşekkür ediyorum. "Deluxe Lounge" kategorisi "Sahne Önü" olarak belirlenen yerin sağ tarafında kalan ve "Loca" olarak adlandırılan kategorinin arkasında kalıyordu. Balkon gibi ağaçların içinde güzel bir yer ayarlanmıştı. Kanepe, kroket ve patates kızartması gibi ikramların yanı sıra sınırsız içecek hizmeti de mevcuttu. Sahne görüş açısı da gayet güzeldi. Ama Enrique'yi olabildiğince yakından görmek için sahne önüne geçmiştik.


     Saat 21:00'da çıkacaktı Enrique ancak tahminimce röportajlar, meet&greet ve teknik ayarlamalar sebebiyle gecikti. Saat 21:40 gibi beklenen an geldi ve konser başladı. İnternette daha önceden şarkı listesine bakmıştım ancak orda bulduğum listeden daha farklı bir konsept hazırlamıştı ve sevdiğim tüm şarkılarını dinleyerek ayrıldığım için oldukça sevindim. Sahneyi T şeklinde kurup catwalk diye adlandırılan uzun platformu eklemişlerdi. Böylelikle Enrique her kategoriden bilet alan seyircilerine yakın olabiliyordu. Fakat bu yakınlık da ona yetmedi ve konser boyunca bir oraya bir buraya koşturarak herkesle yakın temas içinde olmaya çalıştı. Crowdsurfing diye tabir ettiğimiz olayı yaparak seyircilerin üstüne çıktı. Ayrıca bariyerlerin üstünde de durdu. Güvenlik görevlileri de onunla beraber bir oraya bir buraya koşturarak Enrique'ye yardımcı olmaya çalıştı. "Stand By Me" şarkısını söylerken sahneye bir erkek hayranını çıkardı ve onunla düet yaptı. Ayrıca "Hero" şarkısında bir kadını sahneye çıkardı, onunla dans edip sonrasında onu öperek her konserinde yaptığı bu mizanseni yine İstanbul'da da yapmış oldu. Konserin sonuna doğru konfetiler patlatıp üstünde turunun adı basılı olan "Sex&Love" yazılı büyük balonları seyircilere fırlattı. Herkese adeta bir parti havası yaşatan Enrique'nin konseri oldukça enerji verici ve eğlendiriciydi. Konserin bir anda bitmesi herkesi üzdü ama Enrique sürekli İstanbul'u çok sevdiğini belirterek ileride olabilecek turnelerinde bize tekrar uğrayabileceğinin de sinyalini vermiş oldu.





     Enrique Iglesias'ın İstanbul'da konsere gelmesinde rol alan Unilife'a, Volume Up Organization'a, Dream TV'ye, Virgin Radio'ya, Digiturk'e, Zumosol'e, Steigenbergen İstanbul Maslak'a ve A Plus Ataköy AVM'ye çok teşekkür ediyorum.






NOTLAR
  • Yukarıda bahsettiğim güvenlik şirketiyle bir şekilde görüşülmeli. 
  • Deluxe Lounge harika bir kategoriydi. Hem sahneyi çok rahat görebiliyordunuz, hem kalabalıktan uzak durabiliyordunuz, hem de sınırsız yiyecek ve içecek servisinden faydalanabiliyordunuz.
  • Enrique'nin setlisti konserden konsere farklılık gösteriyormuş. Bizdeki sıralama Freak, I Like How It Feels, Heartbeat, Bailamos, Ring My Bells, Loco, Stand By Me, Be With You, Tired of Being Sorry, Escape, Tonight, Hero, Taking Back My Love, El Perdon, Bailando ve I Like It şeklindeydi. Yalnız geç çıktığından dolayı olduğunu sanıyorum, El Perdon'u söylemedi. Keşke söyleseydi zira çok seviyorum ve hemen ezberlemiştim çıktığında.
  • Zumosol bizlere meyve suyu dağıttı ve gerçekten çok güzelmiş. Bundan sonra meyve suyu alırken kesinlikle tercih ederim.
  • Enrique sahnede bir uçtan bir uca hep koştu. Saha içi bileti olanlar benden daha çok gördü onu resmen.
  • Konserde gerçekten yaratıcı ve üzerinde zaman harcanmış pek çok poster vardı. Hayran olmak böyle bir şey işte.
  • İlk başta 18 yaşında geldiği İstanbul'u çok sevdiğini sık sık dile getirdi. Umarım bir üçüncü kez daha gelir.


7 Ağustos 2015 Cuma

Film Eleştirisi: Strangerland

     Herkese merhaba. Yine buralardan biraz uzaklaşmış ve vakit ayıramamış olmamdan dolayı özür dilerim. Ancak staj dönemim olması dolayısıyla oldukça yoğunum. Bir bahane değil elbette ama blogger olmanın ne kadar özveri isteyen bir iş olduğunu anladım. Ayrıca 3 Temmuz'da gerçekleşmesi beklenen Jessie J konseri olsaydı onunla ilgili yazımı paylaşacaktım o sırada ama maalesef 11 Eylül'e ertelendi. Dolayısıyla bir ay kadar sizi bekleteceğim. Şimdi asıl içeriğe geçiyorum, iyi okumalar :)

     Genelde yazılarımı okuyanların tercih edeceği filmleri paylaşmayı düşünüyordum ancak iyisiyle kötüsüyle bir filmi yorumlamak gerektiğine inandığım için son zamanlarda izlediğim ve beğenemediğim bu filmi sizinle paylaşmak istedim. Aksi düşüncesi olan varsa ve belirtirse çok sevinirim zira internette yabancı sitelerde de film kritikleri benimle aynı fikirdeler.

     Genelde kısa film ve belgesel üzerine çalışan Kim Farrant tarafından çekilen "Strangerland", Türkçe adıyla "Fırtınanın Ortasında" iki çocuğu kaybolan ve Avustralya'da çöl kasabası olan Nathgari'de yaşayan ailenin dramını anlatıyor. Ülkemizde 17 Temmuz 2015'te vizyona giren filmin çalışmalarına 31 Mart 2014'te başlanmış.




     Filmde Catherine (Nicole Kidman) İngiliz eczacı Matthew (Joseph Fiennes) ile evlidir. Henüz reşit olmamış Lily (Maddison Brown) isminde bir kız çocuğu ve Tom (Nicholas Hamilton) isminde de küçük bir oğlu vardır. Bu kasabaya yeni taşınmış olan aile adaptasyon sorunu da yaşamaktadır. Lily okulu asar ve kardeşini de peşinden sürükler. Filmdeki sahnelerden anlaşıldığı kadarıyla aile olarak da birbiriyle fazla iletişim kurmayan bireyler oldukları için çocukların aileden uzaklaşması ve aynı ortamda bulunmak istememesi anlaşılır bir durum. Fakat Lily ve kardeşi Tom kum fırtınasının çıktığı gün kaybolur ve onların bulunması için yardıma yerel polis David Rae (Hugo Weaving) gelir.




     Film buraya kadar yavaş ilerlemektedir ancak çocukların kaybolması ve fragmandaki sahneler sebebiyle filmin artık aksiyon içereceğini düşünüyorsunuz ama sonra çok yanıldığınızı fark edip iki saat boyunca aynı durağanlıkta geçen bir filmi seyrediyorsunuz.




     "Strangerland" Nicole Kidman'ın 1989'daki "Dead Calm" filminden beri oynadığı ilk bağımsız Avustralya filmi. Çektiği pek çok filmle oyunculuğunu kanıtlayan Nicole Kidman burada da tek başına eleştirildiğinde gerçekten harika bir iş çıkardığı söylenebilir. Özellikle Dogville (2003) filminin hala sahne sahne aklımda olduğunu belirtebilirim. Burada da psikolojik değişimlerini ve fiziksel reaksiyonlarını oldukça iyi sergilemektedir. Ancak oyunculuk bu filmi kurtaramamış. Lily'nin cinselliğe düşkünlüğü ama aynı zamanda içine kapanıklığı, bunun babasındaki yansıması, annesinin Lily'nin kıyafetlerini giyip günlüğünü okuyarak onun gibi yaşamaya çalışması, Matthew'un kontrolcü bir tutum sergilemesi ve eşini suçlaması gibi oyuncuların rollerinin haklarını verdiği sahneler mevcut. Yine de dediğim gibi film sizi içine alamıyor.




     Aile dramı filmlerde sürekli işlenen temaların başında geliyor. Bu film sanırım bunun dışına çıkmak istemiş ve konu bir yerden sonra boş kalmış. Sinematografik açıdan kullanılan renkler, minimal sesler ve uçsuz bucaksız hem özgürlük hem korku duygusunu barındıran manzara görüntüleri oldukça iyi. Ancak konuyla bir arada aynı önem çerçevesinde bunlar işlenememiş. Her film bittiğinde seyirci genellikle bir sonucun onlara sunulmasını, ima ettirilmesini ya da ufak ipuçlarıyla önlerinde olmasını ama onların hayal gücüne bırakılmasını ister. Fakat bu filmde hiçbiri yapılmıyor. Spoiler vermek istemediğim için filmin sonundan ya da olan olaylardan bahsetmeyeceğim ancak sonunun seyirciye bırakılması istenmiş dahi olsa bu kadar açık bırakılması insanların vaktini boşa değerlendirdiği izlenimini uyandırıyor. Pek çok kritiğin yorumunu internetten araştırarak kendiniz de görebilirsiniz.




     İsmi sebebiyle "stranger" yani "yabancı" bir yerde olmaları aileyi etkileyen unsurlardan biri. Ayrıca bu "yabancı" olma durumu aile içinde de geçerli. Birbirlerini çok iyi tanıyamamış ve kopuk bireylerden oluşan ailenin temel probleminin iletişimsizlik olduğu açıkça gözlemleniyor. Bu sebeple film isminin ve kullanılan görüntülerin uyumlu olduğu aşikar. Ancak dediğim gibi film seyirciyi içine alamıyor ve filmin ismindeki gibi "yabancı" kalıyorsunuz. Aynı tonda soluk renkler ve aynı durağanlıkla sonu olmayan iki saatlik bir film izlemiş oluyorsunuz.




     Oyunculara ve fragmana güvenerek izlediğim filmden maalesef tamamen tatmin olmadım. Dediğim gibi pozitif yönleri olan ancak bir o kadar da negatif tarafı mevcut bu filmi izleyip izlememeyi size bırakıyorum.

     Fragmanını buradan izleyebilirsiniz.

21 Mayıs 2015 Perşembe

David Garrett İstanbul'daydı!

     Konser kadar güzel ne var ki? Yine şahane bir sanatçıyı dinlemek için koşa koşa konsere gittim. Artıları olsa da maalesef eksileri de olan bir konser yaşadım. Detaylara ve fotoğraflara sizi daha fazla meraklandırmadan hemen geçiyorum.



     Ben saat 19.00 civarı Haliç Kongre Merkezi'ne gittim. Konser 21.00'da başlayacaktı. Henüz kimse gelmediği için etrafı inceleme fırsatı da edindim. Ortaya kocaman bir atıştırmalık ve içki masası kurulmuştu. Ayrıca sandviç ve çay gibi sıcak içecekler satan küçük bir tezgah da mevcuttu. Daha önce Haliç Kongre Merkezi'ne gitmediğim için bu her etkinlikte olan bir şey mi bilmiyorum ama kokteyl olayı hoş olmuştu.


     Etrafta boy boy David Garrett afişleri ve kartonları vardı. Photobooth dediğimiz arka arkaya fotoğraf çekip çıktısını alabileceğiniz bir kutu, IEG'nin Muhteşem Yüzyıl sergisi ile alakalı bir standı ve David Garrett'ın albümlerinin satıldığı bir masa da ortamda mevcuttu. Ayrıca bu kadar dikkatli bakınırken IEG kurucu ve yönetici ortağı Selim Sefada'yı da gördüm. Kendisiyle Boğaziçi Üniversitesi'ndeki "Eğlence Kariyeri Zirvesi" isimli panelde tanışıp konuşma fırsatı elde etmiştim. Sektörde önde gelen isimlerden biri ve konser öncesi bir oraya bir buraya koşuştururken işini ne kadar ciddiyetle yaptığına da şahit olmuş oldum.  


     Böyle etrafı geze geze saati 21.00 ettim. Fakat kapı açılışında gecenin ilk problemini yaşadık. Pek çok insan içeride bekletildi ve bu izdihama sebep oldu. Sonradan David Garrett'ın prova aldığını o yüzden beklediğimizi öğrendik. İçeri girdik ve heyecanla Garrett'i beklemeye başladık. Çok da bekletmeden hemen sahneye geldi. Piyanist arkadaşı Julien Quentin kendisine eşlik etti ve bu ikili gerçekten kulakların pasını sildi. 2015 resital turnesi kapsamında Johannes Brahms'ın eserlerini çaldılar. Keman ve piyano sonatları bitince de "Smooth Criminal" gibi bazı şarkıları çalmayı da ihmal etmedi David Garrett. Ara ara Türkçe konuşup şirinlikleriyle de seyirciyi gösterisine çekebilmeyi başardı.
    
      Konser bitimine yakın David Garrett şarkılar arasında biraz beklemeye başladı alkış için. O sırada konser bitti sanıp kendisini yakından görebilmek için seyircinin bir kısmı sahneye koşup izdiham yarattı. Bir anda numaralı koltuklardan zevk alarak izlediğimiz konser açık havada herkesin sahneye yakın olabilmek adına birbirini ezdiği bir konsere dönüştü. Bu sefer istifini bozmayıp yerinde oturarak izlemeye çalışan seyirciler mağdur duruma düştü. Görevliler artık bir süre sonra müdahale dahi edemedi. David Garrett da, "Beni buradan izlemeye devam edebilirsiniz. Ancak lütfen sahneye bir şey atmayın. O da benim için değil, kemanıma gelmemesi için önemli." dedi. Hiç hoşuma gitmese de Türk olduğumuzu burada da gösterdik cümlesini kurmak zorundayım. Sektörle ilgili olduğum için de o an sanatçıdan sonra düşündüğüm organizasyon ekibinde yer alanların bu krize nasıl karşılık verdiğiydi. Eminim hepsi öfke ve üzüntü içine düşmüştür.


     Konserdeki aksaklıklar bununla kalmadı maalesef. Bu güzel gece ardından David Garrett imza dağıtacaktı. Her şey iyi hoştu. Ancak unutulan şey yaşını ya da ait olduğu cemiyeti önemsemeyip saygı unsurunu göz ardı eden kişilerin sıra yapamama huyuydu. Yine üzülerek söylüyorum ki Türkler ne olursa olsun, nerede olursa olsun Türk. Burada organizasyon ekibinin hatası şerit çekerek tek sırayı en başta oluşturamamak. Sonra ortaya çıkan izdihamı dağıtmak elbette ki zor. Fakat bunun için gerçekten ekip suçlanabilir mi? Çünkü o sıra boyunca öyle muhabbetlere ve görüntülere şahit oldum ki insanların laftan anlamamasının ve saygı denen şeyin noksan olmasının aslında temel problem olduğunu anladım. Bir bayanın yanında başka bir bayan araya kaynamaya çalışıyor ve en sonunda sırada düzgün duran bayan sinirlenip, "Görevliler sıra oluşturulması konusunda bu kadar uğraşırken siz hala nasıl sıraya girmeye çalışıyorsunuz? Israrla yanımda bekliyor ve girmeye çalışıyorsunuz, ancak size sıramı verme gibi bir niyetim yok. Herkes gibi düzgün sıraya geçin lütfen. Arkada bekleyen diğer insanların suçu ne? Sizin ayrıcalığınız ne?" diyerek söylendi. Diğer bayan bu lafları duymasına rağmen hiçbirini umursamadı ve beklemeye devam etti. Bunun üstüne de sıradaki bayan, "bari yüzünüz kızarsaydı da duvara konuşmadığımı anlasaydım." dedi. Bu lafa rağmen istifini asla bozmadı ve sıraya girme denemelerine kaldığı yerden devam etti. Bu manzaraları görmek beni gerçekten çok üzdü. İnsan olarak koyun gibi güdülme ihtiyacı hissediyoruz. Bir çoban başımızda olsun bize sıraya girmemiz için uyarı yapsın, şerit çeksin veya başka düzenekler oluştursun. Çünkü biz kendi aklımızı kullanarak sıra oluşturamıyoruz ve saygı duyamıyoruz başkalarına. Maalesef kendi başımıza yönetemiyoruz kendimizi. Bu kadar aciz olmamalıyız diye düşünüyorum.

     Bu olayı daha fazla detaylandırmadan David Garrett ile tanıştığım kısma geçerek ortamı yumuşatayım. Şansıma sıranın önündeyim dolayısıyla fazla beklemeden kendisiyle tanıştım. Çok bekleyen olduğu için her şeyin aniden gelişmesi ve gitmem gerekiyordu. Uzun yıllardır ülkemize gelmesini beklediğimi ve tekrar gelmesini temenni ettiğimi söyleyerek konser DVD'sini ve biletimi imzalattım. Bileti imzalarken adımı yanlış anlayıp "ililadya" yazması da yıllarca gülerek hatırlayacağım bir anı oldu. Ardından fotoğraf da çekildim fakat maalesef o an kameraya bakmamış. Bakmasa da aynı karede olmak bile bana gurur veriyor açıkçası. Malum kendisi "dünyanın en hızlı keman çalan müzik dehası" sıfatına sahip. Umarım kendisi bütün bunlara rağmen bizi sevmiştir ve tekrar gelir. Gel yine dahi kemancı!


NOTLAR

  • David Garrett dinlememiş olanınız varsa mutlaka hemen dinleyin. 
  • Haliç Kongre Merkezi'ne hiç gelmemiş olanınız ve karşı tarafta oturanınız varsa metrobüs hayat kurtacınız. Halıcıoğlu durağında inip beş dakika yürüyerek mekana ulaşabilirsiniz.
  • IEG ve Piu müzik organizasyon ekibinde yer alıyor. Ayrıca YapıKredi ana sponsor. Teknoloji sponsoru Toshiba, konaklama sponsoru ShangriLa Bosphorus, radyo sponsoru ise Power Love FM.
  • İmzalaması için Julien Quentin'e daha iyi bir kalem verilmeliydi. İmzaladığı her şey silindi neredeyse. Kendiminkini zor muhafaza edebildim.
  • Flaşlı fotoğraf çekilmesine izin verilmemesi gerekiyordu. Sanatçıdan önce beni bile inanılmaz rahatsız etti. Fotoğraf ve video çekilmesine lafım yok ancak flaş gibi dikkat dağıtıcı bir şeyin kullanımı engellenmeliydi.
  • Konserden sonra tek dileğim keman çalınırken alkışlayarak ritm tutup halay moduna bağlayan, oturduğu koltuktan kalkıp sahne önüne yığılan, sıra yapmaktan aciz, saygısı olmayan ve izdiham yaratmayı hobi edinmiş kişiler umarım bir daha hiçbir konsere gidemezler.





10 Şubat 2015 Salı

2015 Grammy Music Awards

     Yılın en sevdiğim günlerinden biri olan Grammy Müzik Ödülleri'nin tören günü geldi geçti. Sabahlayarak seyretmenin bile heyecanlandırdığı bu geceyi orada canlı izleme fırsatı bulanları da sonsuza dek kıskanacağımı belirtmem lazım. Şimdi kırmızı halıyla başlayıp kendimce ödülleri değerlendireceğim yazıma geçebiliriz.

     En beğendiğim elbiseler başında tabii ki Beyoncé geliyor, zira kendisinin bir numaralı hayanıyım diyebilirim. Bir insan giydiği her şeyi kendine nasıl yakıştırabilir? Saçı, makyajı ve takılarıyla gerçekten göz doldurdu o gece. Elbise başlı başına süslü olduğu için diğer her şeyi sade yapması da güzel bir denge oluşturmuş. Elbisesi Proenza Schouler tasarımı.


     Lady Gaga da bir ayrı güzeldi. Yeni ekürisi Tony Bennett ile katıldığı bu gecede saçlarıyla da dikkatler topladı. Beyaza yakın gri saçları elbisenin rengiyle uyum sağlamış ve şu sıralar fazlasıyla spor yaptığı için güzel fiziğini de saklamak yerine açılıp saçılmış. Takı olarak zümrüt yeşilini griyle kullanması bence hoş bir uyum olmuş. Elbisesi Brandon Maxwell tasarımı, takıları da Lorraine Schwartz'a ait.


     Bir başka gümüş patlaması yaşayan şarkıcımız da Rita Ora'ydı. O da saç kesiminde değişikliğe gitmiş ve neredeyse tanınmaz olmuş. İlk bakışta Rita olduğunu anlayamamıştım ben. Prada elbisesi her ne kadar ışıl ışıl dursa da benim zevkime pek hitap etmiyor açıkçası. Yine de daha önce bir başka ödül töreninde giydiği satin kırmızı elbisesi kadar kötü yorum toplamadığı için beğenildiğini farz ediyorum. 


     Ve gelelim sansasyonel kadın Nicki Minaj'a. Tom Ford elbisesiyle oldukça cüretkar bir duruş sergilediğini söyleyebilirim. Beni rahatsız eden şey ayakkabıları oldu. Bilekten bağlamalı olduğu için bacaklarını daha kalın göstermiş ve elbise saçaklı olduğu için boyunu kısaltmış. O tarz bir ayakkabı yerine ucu kapalı ve üstü açık klasik bir şey tercih edebilirdi bence. Ama yine de Nicki Minaj bu diyerek geçiyorum.


     Normalde beğenmem ama Miley Cyrus'ı da beğendim o gece ben. Alexander Vauthier elbisesi vücuduna çok güzel oturmuş ve sadeliğiyle ön plana çıkartmış. Yine de makyajı biraz daha abartabileceği düşüncesindeyim çünkü saçları onun yaşını küçültüyor ve elbisenin ağırlıyla tezat düşüyor.


     Gwen Stefani beni her geçen gün büyülüyor. Bu kadın kaç yaşına geldi, çocuk doğurdu ve hala muhteşem bir fiziğe sahip. Atelier Versace elbisesi ona çok yakışmış ancak ben belinde bir detay isterdim çünkü bel kısmı biraz bol kalmış ve onu düz göstermiş. Yine de şık olmuş tabii. 


     Gelelim küçük kızımız Ariana Grande'ye. Beyazlı grili bir Versace taşıyan Grande bana daha çok mezuniyet balosuna gidiyormuş gibi geldi. Elbise üstünde çok bol durmuş. Boynundaki kolyesi gereksiz ve kabala bilekliğini bence o günlük çıkartabilirdi. Versace elbisesiyle kırmızı ip taşıması ne kadar uygun bilemedim. Çantasını da çok basit buldum. Ve lütfen artık saçını at kuyruğu yapmasın. Gerisini size bırakıyorum.


     İşte karşınızda Taylor Swift! Birden nasıl bu kadar sükse yaptı bu kız anlayamıyorum ve inkar edemeyeceğim özeniyorum. Time'a kapak bile oldu. Yolu açık olsun ne diyeyim. Öncelikle mayo tarzı bir şey giymediği için sevindim. Elie Saab elbisesi güzel ancak ön tarafının omuzlarını darlaştırdığını düşünüyorum. Turkuaz rengini mor ayakkabılarıyla bütünlemek istemiş ancak ben bu kontrastı pek sevemedim. Ayrıca saçlarını artık tek model yapmaktan acilen kurtulması lazım.



     Giorgio Armani tercih eden bir diğer mavili güzelimiz de Iggy Azalea'ydı. Elbisesi çok yakışmış ama ben o saçı anlamlandıramadım. İnternette de pek çok kişi bununla dalga geçti ve istemesem de hak veriyorum. Şimdiye kadar yaptığı o kadar güzel saç modelleri var ki. Hiç mi bulamamış başka model? Nedenini gerçekten çok merak ediyorum bu saçın.


     Tercihini taşlı elbiseden yana kullanan bir başka isim de Katy Perry'di. Zuhair Murad elbisesini ben aşırı abartılı buldum. Hem sırt dekoltesi var, hem saçları mor, hem elbise ışıl ışıl... Biraz sadelik istedi gözlerim. Ayakkabılar o açıdan hoş olmuş ama bu sefer de elbisenin boyu biraz ortada kalmış gibi duruyor. Ben bilemedim ne diyeceğimi gerçekten.


     Böyle bir gecede Madonna'dan bahsetmemek tabii ki olmaz. Yeni şarkısıyla performans da yapan Madonna elbisesiyle de tartışma konusu oldu tabii ki. Nasıl olmasın? Hangimiz 56 yaşında böyle bir şeyi giymeye cesaret edebiliriz? Hangimiz arkamıza o lastiği takıp gururla yürüyebiliriz? Ama o yapabilir ve sesimizi de çıkartamayız çünkü kendisi "Pop Müziği Kraliçesi". Ayrıca çizmesinin topuk detayı oldukça dikkatimi çekti. 


     Belki yazının başından beri beklediğiniz o isme geldi şimdi sıra. Kim Kardashian üstünde Jean Paul Gaultier elbisesi, yanında kocası Kanye West ile havalı havalı yürüdü kırmızı halıda. Bornozumsu bir havası olan elbise belki yakışmış ama üstündeki pulları biraz basit buldum. Yine de hiçbir yeri açılmadan nasıl taşıdı bu elbiseyi anlayamadım. Ayrıca yeni saç kesimi ona çok yakışmış, bence hiç uzatmasın.


     Gelelim günün çilekli pastasına. Böyle dediğim için belki tepki toplayacağım ama gerçekten başka sıfat bulamadım. Tamam Rihanna'yı çok severim, takdir ederim ama hem kırmızı halı töreninin bitmesine üç dakika kala geldi, hem de elbise üzerinde düşmesin diye sürekli yukarı çekti (ki bu ona bol olduğunu gösteriyor) hem de saçı ve makyajı çok sadeydi. Bence albümü çıkartması bu kadar yakınken törende biraz ses getirmesi gerekiyordu. Pasta dışında onu duş lifine bile benzetenler oldu sosyal medyada. Yine de kötülemiyorum fazla ve yanık tenine şeker pembesinin yakıştığını söyleyerek yorumu size bırakıyorum. Elbisesi Giambattista Valli'ye ait.


     Çok güzel bir kadın olmasına rağmen maalesef benim gözümde vücut hatlarını kötü gösteren bir elbiseyle geldi Jessie J. Siyah onun beyaz tenine çok yakışıyor ancak elbisenin kolları onun üst tarafını toplu göstermiş ve bel oyukluğu üstündeki payetler sebebiyle pek belli olmadığından aşağı indikçe elbise geniş duruyor. Yine de kendisini çok seviyorum tabii. Ayrıca o sesi bende olsa kılık kıyafetimi önemsemezdim bile sanırım. Ralph & Russo elbisesiyle kendisine mutluluklar diliyorum.


     Marc Bouwer elbisesiyle beyazlar içinde göz kamaştırdı Toni Braxton da. Ayrıca Paris Hilton da şaşırtıcı derecede sade ve şıktı. Yousef Aljasmi elbisesiyle o da Rita ve Katy gibi şıkırtılı olmayı tercih etmişti. Fiziğine hayran olduğum Zendaya da Vivienne Westwood elbisesiyle hem karanlık hem renkli olmayı anlayamadığım bir şekilde başarmış. Renklerin kullanımı çok yerinde olmuş. Kat Graham ise Yanina elbisesi, Swarowski clutch'ı ve Sophia Webster tasarımı ayakkabısıyla da oldukça güzel görünüyordu. 



 

     Kırmızı halı törenimi ben bu elbiselerle noktalıyorum ancak daha pek çok ünlü katılımının olduğunu ve bir sürü elbise olduğunu hatırlatıp daha fazlası için sizi Google ile baş başa bırakıyorum.

     Şimdi gelelim ödül törenine. Grammy ödül töreninin bu yıl 57'ncisi Los Angeles'taki Staples Center'da düzenlendi. Bu gidişle Amerika'ya yerleşeceğim zaten. Neyse konumuza dönelim. Törende rapçi LL Cool J, Kanye West, Madonna, Juanes, Sia, Beyoncé, Rihanna, Pharrell, Paul McCartney, Lady Gaga, Katy Perry, Ed Sheeran ve AC/DC gibi dünyaca ünlü yıldızlar sahne aldı. 

     Madonna'nın sahne performansı yine olağanüstüydü. Tek hedefim onun ya da Beyoncé'nin dansçısı olabilmek zaten. Harikalar. Lady Gaga da Tony Bennett ile "Cheek to Cheek" şarkısını söyledi. Jazz bu kadına bir ayrı yakışıyor doğrusu. Kanye-Rihanna-Paul üçlüsü de son çıkan "Four Five Seconds" şarkılarını söylediler. Diğer gösteriler için sizi yine Google'a yönlendireceğim ancak Beyoncé'nin beni hayal kırıklığına uğrattığını söylemek istiyorum. Geçen seneki 15 dakikalık mini konseriyle tüm beklentileri bu yıl yükseltmişti. Tanrıça gibiydi ve sesi çok yakışmıştı şarkısına ancak böyle bir gecede ona gospel söyletmek ne kadar doğruydu bilmiyorum. Danslarıyla göz dolduran ve dansın belki de en çok yakıştığı birine tek şarkılık slow performans bence uymadı. Gecenin sonunda sahneye çıkan birinin tempoyu yükseltmesi gerekiyordu. Ayrıca o da sıkılmış olacak ki tüm gece Instagram'da fotoğraflarını paylaşıp durdu. Sanırım bu yüzden en beğendiğim performans Madonna'nın oldu. Çünkü sahnede bir saniye bile yerinde durmadı. Ayrıca Pharrell artık dillere pelesenk olan şarkısı Happy'i farklı bir aranjmanla yorumlayarak en azından bu sefer dinleyicileri sıkmadı. Ayrıca Adidas ile anlaşması var diye böyle bir geceye de şortla gelmesini garip bulduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Son olarak da Sia'nın artık kolunda çanta gibi her yere dansçısı Maddie'yi götürmesi de can sıkıcı olmaya başladı. Güzel dans ediyor tamam ama bütün kliplerde ve performanslarda artık onu görmek istemiyorum şahsen.








     Yılın şarkısı ödülünü "Fancy" veya "Stay With Me" almalıydı diyordum ki "Stay With Me" aldı. Yine de bu kategoride bir Beyoncé görmek isterdim. Yılın albümünü onun almasını bekliyordu herkes zaten, ben de dahil. Ancak Beck sürpriz bir şekilde ödülü kaptı. Aslında sürpriz değil ve yıllardır beklenen, onun hak ettiği bir ödül olduğunu savunanlar da fazla. Bu konuda yorumu sizlere devrediyorum. En iyi pop solo performans ödülünü Pharrell almamalıydı. Sizleri bilmiyorum ama ben "Happy" şarkısından oldukça sıkılmış durumdayım. En iyi pop düet performansında da adaylar oldukça sağlamdı ve kim alsa üzülmezdim şahsen. En iyi urban contemporary ödülünü Beyoncé almalıydı bana göre ama yine Pharrell kaptı. Diğer ödül kategorilerini ve kazananları da aşağıda görebilirsiniz. Seneye sabahlayıp yine harika performansları izlemek dileğiyle, hoşçakalın!


Grammy ödülüne layık görülen kişi ve gruplardan bazıları şöyle:

Yılın Albümü: "Morning Phase", Beck

Yılın Şarkısı: "Stay With Me" Sam Smith

En İyi Yeni Sanatçısı: Sam Smith

En İyi Pop Solo Performans: Pharrell Williams, "Happy"

En İyi Pop Düet/Grup Performans: A Great Big World ve Christina Aguilera, "Say Something"

En İyi Pop Vokal Albümü: "In the Lonely Hour", Sam Smith

En İyi Dans Kaydı: "Rather Be", Clean Bandit ve Jess Glynne

En İyi Dans/Elektronik Albümü: "Syro", Aphex Twin

En İyi Geleneksel Pop Vokal Albüm: "Cheek to Cheek," Lady Gaga ve Tony Bennett

En İyi Rock Performansı: "Lazaretto" Jack White

En İyi Metal Performansı: "The Last In Line", Tenacious D

En İyi Rock Şarkısı: "Ain't It Fun" Hayley Williams ve Taylor York

En İyi Rock Albümü: "Morning Phase", Beck

En İyi Alternatif Albüm: "St. Vincent", St. Vincent

En İyi R&B Albümü: "Love, Marriage & Divorce", Toni Braxton ve Babyface

En İyi R&B Performansı: "Drunk in Love", Beyonce ve Jay Z

En İyi R&B Şarkısı: "Drunk in Love", Beyonce ve Jay Z

En İyi Urban Contemporary Albümü: "Girl", Pharrell Williams

En İyi Rap Performansı: "I", Kendrick Lamar

En İyi Rap/Sung İşbirliği: "The Monster", Eminem and Rihanna

En İyi Rap Şarkısı: "I", Kendrick Lamar

En İyi Rap Albümü: "The Marshall Mathers LP2", Eminem

En İyi Country Solo Performans: "Something in the Water", Carrie Underwood

En İyi Country Düet/Grup Performansı: "Gentle on My Mind", The Band Perry

En İyi Country Şarkısı: "I'm Not Gonna Miss You", Glen Campbell

En İyi Country Albümü: "Platinum", Miranda Lambert

En İyi New Age Albümü: "Winds Of Samsara", Ricky Kej ve Wouter Kellerman

En İyi Enstrümantal Caz Albümü: "Trilogy", Chick Corea Trio

En İyi Caz Vokal Albümü: "Beautiful Life", Dianne Reeves

En İyi Blues Albümü: "Step Back", Johnny Winter

En İyi Reggae Albümü: "Fly Rasta", Ziggy Marley

En İyi Dünya Müzik Albümü: "Eve", Angelique Kidjo

En İyi Müzik Video: "Happy", Pharrell Williams

En İyi Müzik Film : "20 Feet From Stardom", Darlene Love, Merry Clayton, Lisa Fischer ve Judith Hill