16 Haziran 2014 Pazartesi

İnceleme: Uğultulu Tepeler

Kitap incelemesi yapmak zahmetli iş. Hele ki edebiyat bölümü öğrencisiyseniz üstünüze daha da yük biniyor. Ancak bir şekilde bunu yazmak istedim. Hangi kitapla başlamam gerektiğini düşünürken sevdiğim arkadaşlarımdan biri Emily Brontë'nin "Uğultulu Tepeler" romanı hakkında yazmamı rica etti. Seçimimi kolaylaştırdığı için ve onu kırmak istemediğim için ilk incelememi bu romana adadım.


O yıllarda kadın olarak bir şeyler başarmak, özellikle kitap yazmak ve bastırmak zor olduğu için Emily'nin kız kardeşleri Anne ve Charlotte da dahil olmak üzere hepsi takma isim kullanarak kitaplarını bastırmıştı. Buldukları isimler gerçek isimlerinin baş harfleriyle aynı baş harfe sahipti: Charlotte için Currer Bell, Emily icin Ellis Bell ve Anne için Acton Bell. Hepsi çok başarılı benim gözümde. 

Kitabımız Uğultulu Tepeler üç ciltlik bir setin ilk iki cildini oluşturuyor. (Son cilt kız kardeşi Anne'in yazdığı Agnes Grey'dir.) Bu roman, eleştirmenleri zamanında çok şaşırtsa da, iyi ve kötü bir sürü eleştiriye maruz kalsa da, şu an bir İngiliz edebiyatı klasiği olarak kabul edilmektedir. Diğer sanat dallarında olduğu gibi yazarların çoğu da öldükten sonra hak ettikleri ilgiyi görüyorlar maalesef.

Şimdi konusuna geçelim. 18. yüzyılın sonunda İngiltere'nin kuzeyinde geçiyor hikaye. Yeni bir kiracı hikayenin geçtiği evlerden birine hava kötü olunca sığınıyor ve köşede duran sessiz kız (sonradan öğreniyoruz ki kendisi Catherine) hakkında sorular soruyor evdeki hizmetçiye. Hizmetçi de olayları en başından anlatmaya başlıyor ve hikayeye girmiş oluyoruz.  

Kitapta üç nesil var ve hepsi gerek isim gerekse başlarına gelen olaylarla birbirlerinin tekrarı oluyorlar. Aileye gelen evlatlık Heathcliff işleri değiştiren unsur oluyor ve intikam ile aşkın karakterlere neler yaptırabileceğine tanıklık ediyoruz. Dediğim gibi üç nesil olduğu için ve isimleri de aynı olduğu için romanı okumak çok zor. Oxford anlamış olacak ki kitabın başına aile haritası da eklemişti.


Kitabın ortasına gelince karakterleri anca oturtabilmiştim kafamda. İlk sayfalar biraz da bu yüzden beni sıkmıştı. Sonra akıcı hale geldi ve gerçekten nasıl biteceğini merak ettirmeye başladı. Dönemi çok güzel yansıttığını düşündüğüm ve atmosfer gibi elementleri başarılı kullanan Emily Brontë'nin bu kitabını oldukça sevdim. Yrd. Doç. Dr. Emine Fişek'ten aldığım bir derste okuduğum bu kitap artık kütüphanemin en güzel yerinde. Okumanızı tavsiye ederim. Pandora'dan aldığım bu kitabın Can Yayınları tarafından yapılan Türkçe çevirisine D&R'dan ulaşabilirsiniz.

Sevdiğim bazı alıntılar:
  • "He's more myself than I am. Whatever our souls are made of, his and mine are the same." 
  • "If all else perished, and he remained, I should still continue to be; and if all else remained, and he were annihilated, the universe would turn to a mighty stranger: I should not seem apart of it."
  • "I forgive what you have done to me. I love my murderer—but yours! How can I?"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder